24 Eki 2013

Grafik kaygılı fotoğraf

Bu postu nereye yazacağıma karar veremedim. Her ne kadar fotoğraf ile ilgili de olsa 1ininkareleri'ne değil buraya yazmalıydım. Ne de olsa bir içsesti....

Dün üyesi olduğum KUFSAD'da ayın fotoğraf değerlendirmesi vardı. Ayın fotoğraf seçkisini İbrahim Demirel yaptı. Gitmeden birkaç gün önceden kimmiş bu İbrahim Demirel dedim ve internetten küçük bir araştırma yaptım. İsmini duyuyordum ancak kim olduğunu bilmiyordum. Fotoğraf ile alakamın ilk yıllarından olsa gerek bu küçük cahilliğim. Oysa ki bilinmesi gereken değerli bir insanmış. Fotoğrafta oldukça otoriter. Fotoğraf tarzına baktım. Grafik, altın oran, fotoğrafta olması gereken klasik kurallara katı katısına bağlı olan bir sanatçı.

Son aylarda Özcan Yurdalan'ın belgesel fotoğrafçılık atölye çalışmasına gittiğimde bu kuralların ötesinde şeyler öğrenmiştik. Ara Güler bile öyle diyordu. Fotoğrafta hikaye olmalıydı. Baktığında fotoğrafla alakan olsa da olmasa da bir duygu, bir hikaye anlatmalıydı. Bundan çok etkilenmiştim ve o günden sonra her deklanşöre bastığımda Özcan Yurdalan'ın sözü aklımdan geçiyordu. 'Bu fotoğrafı neden çekiyorum?' 

Yandaki fotoğrafa bakınız. Ne hissediyorsunuz?
Tam bir grafik kaygılı fotoğraf. Bir duygu olduğunu düşünmüyorum. Ardı ardına gelen yel değirmenleri tam bir yarışmada derece almak istenmişçesine çekilmiş sanki. Grafik kaygılı fotoğraf diyorum ben buna...



Bu fotoğrafı bir belegesl fotoğrafçısına göstersek adım gibi eminim yerden yere vurur. Sebebi açık. Hikayesi yok, insan yok, duygu yok...

O günden sonra böyle fotoğraflardan uzaklaştım ve klasik anlamda bilinen altın oran, insan eklemlerinin kesilmesi konusu olan katı kurallardan uzaklaşmaya başladım. Bu düşünceyle aşağıdaki fotoğrafı yolladım.


Gördüğünüz gibi fotoğraf grafik açısından sınıfta kalıyor. Ancak fotoğrafta bir insan unsuru, bir hikayesi var. Belgeselcilik kafasınla gittim oraya. Ancak hata yaptığımı Ali Demirel konuşmaya başlar başlamaz anladım. Adamın her sözü grafik, altın oran, uvuzların kesinlikle kesilmemesi... Bu söylediklerinin hiçbir benim fotoğrafımda yoktu. Ancak ünlü ustad Ali Öz'de de yok bunlar. Ancak hata yapmıştım. Fotoğrafımı yerden yere vurdu. Üstteki dağ neden kesilmiş? Sağ taraftaki duvarın görünmesi onu rahatsız eder diye düşünmüştüm. Ancak tam tersine. Orayı da almam gerekiyormuş. Hatta oraya çıkıp oynayan adamları yukarıdan çekmem gerekiyormuş. Lakin bu fotoğrafı çekmemdeki amaç şuydu.

Deve güreşlerine giden insanlar oraya sadece deve güreşlerini izlemek için değil, eğlenmek için de gidiyorlar. Bunu fotoğrafla anlatmaya çalıştım. Sadece oynayan insanları çekersem bu duyguyu nasıl verebilirdim ki? Olayın geçtiği yer nasıl anlaşılsın o zaman? Sonuç olarak gece sonunda şu kanaata vardım. Fotoğraf yarışmaları veya seçkilerine kesinlikle juriye göre fotoğraf göndermek gerekli.

Gelelim fotoğrafın sanat olup olmadığına. Yıllarca tartışılagelmiş ve bir cevabı bulanamamış bir soruya. Bu kadar subjektif olan birşey sanat olabilir mi? Gitar çaldığımdan yola çıkaraktan müziğin bu kadar subjektif olmadığını söyleyebilirim. Tarz meselesi diyip bir müziği sevmeyebilirsiniz. Ancak o müzik bile bazı kurallar çerçevesinde bestelenmek zorunda. Söylerken detone olmamak, belli ölçü değerlerine uyulması gerekmektedi. Peki fotoğraf neden böyle olamıyor? Alanlarında 2 farklı usta nasıl bu kadar çelişebiliyor? Böyle olunca fotoğrafa sanat demek içime sinmiyor.
Kendimi nadasa bıraktım...

13 Eyl 2013

15 aylık gecikmiş bir dava

Çoook uzun bir ara vermişim blog dünyasına. Unutmadım. Ama okuyamadım da. Üzgünüm...
Yazmaya elince aslında yazmaya kayda değer birşey yok diyebilirim. Aslında var. Üstelik daha henüz sıcak.

15 ay önce salakça bir başlık altında anlatmış olduğum ŞU olayın ilk duruşması Çarşamba günü oldu. Mahkeme sırasında ve sonrasında meydana gelen olaylara geçmeden önce geçtiğimiz Salı gününe  geri dönmek istiyorum. Olay sonrasında bütün sendikalar toplanıp basın açıklaması yapılmıştı. Yerel gazeteler bize yer vermişti. Davacı olan ben, müdür ve bir öğretmen arkadaşımızın eşi idi. Öğretmen arkadaşımızın eşi Türkiye'nin diğer ucunda bir ile tayini çıktığı için vekaletini tuttuğumuz avukata vermiti. O tarihten bu yana müdürümüze sayısız aracılar gelmişti. Enson bir milletvekili de elini atmıştı. Verdiğim gazlarla geri dönmemesini sağlamıştım. Taa ki son güne kadar.. Müdürün yanına gidip 'Hocam sendikalara haber verdiniz mi?' diye sormaya kalmadan 'Ben davamı geri çekiyorum. Mahkeme sırasında 'şikayetçi değilim' dicem.' sözlerinin ağzından çıkmasıyla kanımın donması bir oldu. 
 - Ne zaman konuştunuz hocam? 
 - Geçtiğimiz Cuma...
Demek sormasam mahkeme sırasında öğrenicem. Tamamen tesdüfen öğrendim diyebilirim. İnsan bi arar, söyler fikrinin değiştiğini. Asıl şaşırtan olay bu oldu. Şimdiye kadar müdüre gelen bütün baskı, daha yüklü bir şekilde bana gelecekti. Üstelik daha zayıf halimle. Şimdiye kadar bana 1 kişi bile gelmemişti. Telefonla bile arayan olmamıştı. Ne de olsa müdürü vazgeçse gerisi çorapsöküğü gibi gelir diye düşünülüyordu. O yüzden kaleyi sağlam tutmaya çalışmıştım. Arasıra yaptığımız konuşmalarla O'na destek veriyordum. Kararlı durmamızı sağlıyordum. Ama demek ki son güne kadarmış..
 -  E peki hoca hani geri dönmeyecektik? Demek sıra bana geldi...
 - Yoook, öyle değil. Diğer arkadaşlarım davalarını geri çekmeyebilir. Onlar üzerinde en ufak bir baskı ederseniz tekrar dava açarım.. Ayrıca okulun ilk günü sabahtan (yani önümüzdeki Pazartesi) okula gelip herkesin önünde özür dileyecek.

Buna inanmış yani müdürümüz. Gelmese peki ne yapacak? Hadi geldi diyelim. Gelip de beni tehdit emeyeceği ne malum? Dava mı açacaksın? (Gülüyorum..)

O gün makemeden 1 gün öncesinden kafam allakbullak oldu. 15 ay boyunca sen diren, son gün vazgeç. Gurur yaptım. Mahkeme günü şikayetçi oldum. O anda müdürüm her ne kadar yanımda olsa da, çıkışta beni yalnız bırakmasa da damarlarımın en uçsuz noktalarına kadar yalnız olduğumu hissettim kendimi. Sanıklar mahkeme çıkışında müdüre teşekkür ederken ben aralarından sıyrılıp 'Ben okula gidiyorum.' diyip kaçayım derken arkamdan gelmeye başladılar. Birkaç sefer seslenmeleri sonunda geri döndüm. Suçlarını kabul etmeyen bir beden dilleriyle, neden şikayetçi olduğumla ilgili çemkiriyorlardı. Konuşlarının özünü çözümlemem 1-2 saniye sürdü ve azımı açmadan arkamı döndüğüm gibi gittim. Ama gözlerindeki o nefreti görürken başını öne doğru sallarken ağzından çıkan 'görüşeceğiz.' lafı beynimde değişik seneryoların oluşmasına sebep oldu. Kararlı ve soğuk görünüyordum. Bu, onları daha da sinirlendiriyordu. Ama sinirlerine hakim olmayı öğrenmelilerdi. Bu kadar uzun anlattığıma bakmayın. Bütün diyalog 1-2 saniye sürdü.

Bütün kamera kayıtlarına rağmen, bir okul bahçesinde görev yaparken, onca şahitin gözü önünde hastane raporlu olarak dayak diyip de halen hakkımı arayamıyorsam yoldan gelen geçen beni becerse sesim çıkamazdı. En azından beni görüp insan gibi konuşmayı denemeliler. 1 kere olsa beni dinlemediler. O andan 'Saksı değilim ben..' diye bağırasım vardı. Ama cool görüntümü bozamazdım.. :)

Çevremdeki çoğu kimse kesin birşey söylemiyor. Aslında böylesi daha hoşuma gidiyor. Net olarak 'Vazgeç..' veya 'Boşver, uğraşma' diyenleri pek dinleyesim gelmiyor. Ama olayları iyi çözümleyen insanlarla tanıştım.

2 gün sonra günlerden Pazartesi. Okulun ilk günü. Bir beden dili çözümü sonrasında bir karar verme aşamasındayım. Sonuçta bu insanlar böyle olaylarla ilk defa karşılaşmamımşlar. Acemi olan benim ve yalnızım. EŞİM DIŞINDA...

Mahkeme mi? 2 duruşma 29 Kasım'da..


Konuyla ilgili önem arzetmeyen trajikomik vakalar

VARAN 1
Hakim sanığa sorar:
- Müştekiler (yani biz oluyoruz) sizler hakkında şikayetçi olmadıklarında ve siz de 5 yıl boyunca herhangi bir suça karışmadığınızda sabıkanızın silinmesini kabul ediyor musunuz?
- (gülerek) Ben kimseden şikayetçi değlim ki... 

VARAN 2
Ben şikayetçi olduğumu söyledikten sonra sanıklardan biri (üstteki salak) söz isteyip
- Burada bizbizeyi (lafa bak, sanki kahvede çay içiyoruz.) 1iyokmu bizden şikayetçi oluyor ama kendisi de okul bahçesinden çıkarken bize saldırdı. Yumruklar savurdu, bize vurmaya çalıştı.
Oysa ki olay gecesi ben okul bahçesinden jandarma tarafından olaydan yarım saat sonrasında çıktım. O saatte kendileri topuklamışlardı. Hepsi kamera kayıtlarında açık ve seçik bir şekilde mevcut. Kaldı ki yumruklasam bu onun suçunu hafifletmez. Benim ceza almammı gerektirir ki bunun için kendisinin bana dava açması lazım. Ama bu g.t var mı onda? Sanmıyorum. Belli ki çok korkmuş arkadaş... :)